28 Ekim 2008 Salı

CUMHURİYET
‘Nereden, Nereye?’


Dünya üzerinde Cumhuriyet Rejimi’yle yönetilen bir sürü ülke var. Yeryüzünün değişik bölgelerinde bulunan bu ülkelerin Cumhuriyet Rejimleri arasında; elbette farklılıklar var.
Örneğin:
İran, bir İslam Cumhuriyeti’dir.
Çin, Sosyalist bir Halk Cumhuriyeti’dir.
ABD ise; Federal bir Cumhuriyet’tir.
Ancak, Mustafa Kemal’in, Milli Mücadele kapsamında gerçekleştirdiği Ulusal Kurtuluş Savaşı neticesinde kurduğu Türkiye Cumhuriyeti; Halkın Egemenliği Esası’na Dayalı, Laik, Demokratik, Çağdaş ve Hukukun Üstünlüğü İlkesi esasları üzerine oturtulmuş bir Cumhuriyet’tir.
Mustafa Kemal’in, ‘En Büyük Eserimdir!’ diye tanımladığı Cumhuriyet Rejimimiz; öteden beri bizlere hep ‘Türkiye Cumhuriyeti’ diye kuru bir ifadeyle söylenmiş, ancak, dünyada bir başka benzeri dahi olmayan eşsiz nitelikleri anlatılmamış, yada yavan bir anlatımla geçiştirilmiştir.
Halbuki; Türkiye Cumhuriyeti anlatılırken; ‘Halkın Egemenliği Esası’na Dayalı, Laik, Demokratik, Çağdaş ve Hukukun Üstünlüğü İlkeleri’ nitelikleri mutlaka ifade edilmelidir. Bu nitelikler, Türkiye Cumhuriyeti’ni diğer cumhuriyetlerden farklı ve üstün kılan belirgin özelliklerinin en başında gelmektedir. Bu olmazsa olmaz nitelikler, her defasında mutlaka dile getirilmeli ki; en azından, Atatürk Gençlik, Türkiye Cumhuriyeti’ni eksik olarak öğrenmesin.
Bu ifadelerden hareketle; Ulus Gazetesi’nde Yazı İşleri Müdürü olarak görev yaptığım sürede ve Cumhuriyetin kuruluşunun 84. yılını kutladığımız 29 Ekim 2007 tarihinden itibaren yayınlanmak amacıyla;

Cumhuriyet’e nasıl gelindi? Cumhuriyet’in içine düşürüldüğü sıkıntılar ve Cumhuriyet’in erdemleri nelerdir?, ardından da; AKP ve Zihniyeti’nin Cumhuriyeti götürmek istediği hedef neresidir?

başlıklı bir yazı dizisini, konunun önemine duyduğumuz saygının gereği ve okurlarımıza bilginin, belge niteliğinde ve en doğru bir şekilde anlatılıp, sunulabilmesi amacıyla; sahasında birer uzman olan değerli bilim adamlarımız;
Prof. Dr. Sina AKŞİN (Ankara Üniv. Siyasal Bilgiler Fakültesi Öğretim Üyesi),
Prof. Dr. Şahin YENİŞEHİRLİOĞLU (Başkent Üniv. Öğretim Üyesi),
Prof. Dr. Ünsal YAVUZ (Başkent Üniv. Öğretim Üyesi, ATAMER Başkanı)’un
katılımlarıyla hazırlamış ve yayınlamıştık.
Bu çalışmayı arşivimden bulup çıkarttım ve Cumhuriyet’in Kuruluşu’nun 85. yılında, siz değerli okurlara bir kez daha sunmayı, ulusal bir görev olarak kabul ettim. Dolaysıyla da; biraz uzun olmakla beraber, aşağıda bu çalışmanın, uzmanlarının ağzından çıktığı şekliyle orijinal halini bulacaksınız.
* * *
Cengiz ÖNAL(Ulus Gazetesi, o dönemki Yazı İşleri Müdürü): Efendim, bugün için, gizli ve/veya açık, Cumhuriyet’e yönelik saldırılar malum. Sokaktaki insanımızın tedirginliği hakkında ne düşünüyorsunuz? Söylenildiği gibi Cumhuriyet gerçekten tehlikede altında mı?
Prof. Dr. Ünsal YAVUZ: Hayır efendim! Öncelikle belirtmeliyim ki; Türkiye Cumhuriyeti hiçbir tehlike altında değildir. Olamaz da! Birkaç haddini bilmezin sağda, solda densizce ettiği lafların bir tehlike oluşturması mümkün değildir. Bizim Cumhuriyetimiz, ne İslami, ne de sosyalist bir cumhuriyettir. Türkiye Cumhuriyeti, Laik, Demokratik çatı üzerine kurulmuştur. Tabii bunun arkasında Büyük Önder Mustafa Kemal Atatürk vardır.
Özellikle modern dünyanın kurulmasında rehber niteliğindeki Fransız tarihini ve tüm dünya tarihini iyi bilen ve bu bilgilerden, Cumhuriyeti kurarken yararlanan bir bilge insan, Atatürk, ‘En Büyük Eserimdir!’ dediği Cumhuriyet’in arkasındadır.
Prof. Dr. Şahin YENİŞEHİRLİOĞLU: Cumhuriyet için tehlikeden falan bahsetmek tamamen boş şeylerdir. Çünkü Türkiye Cumhuriyeti’ni yıkmak çok güçtür. Aslına bakarsanız, Cumhuriyeti yıkmak isteyen çevreler, eskiden Marksist geçinen -geçinen kelimesini vurguluyorum- çevrelerdir. Bu muhterem zatlar, bugün inanılmaz biçimde Laik, Demokratik, Çağdaş ve Hukukun Üstünlüğü İlkesi’ne dayalı Cumhuriyete karşıdırlar. Amaçları, Türkiye Cumhuriyeti’ni yıkmaktır. Öncelikle, Atatürk’ün kurmuş olduğu Cumhuriyeti milletin kafasında bulanık hale getirmeye çalışıyorlar. Laik Cumhuriyet’e olan sağlam inancı ortadan kaldırma gayretindeler. Başarmaları çok zordur. Hatta imkansızdır! Halbuki, göremedikleri çok önemli bir ayrıntı, Cumhuriyet’in büyük bir erdemi var. Bunu kısaca ifade etmek gerekirse; Türkiye Cumhuriyeti, ‘Kimsesizlerin kimsesidir’.
Bir de tabii, Cumhuriyet derken, Cumhurbaşkanı’nın, Cumhur’un başkanı olması gerektiğinin de altını çizmek gerekir. Mesela 11. Cumhurbaşkanı, ‘Cumhur’un başkanı’ olduğunu iddia ediyor. Ben, Cumhur’un bir üyesi olarak, Cumhurbaşkanı’na, ‘Hangi Cumhur’un?’ diye sormak istiyorum. Eğer Cumhur’un başkanıysanız; o halde Cumhuriyetin yasal, kutsal devrimlerine neden riayet etmiyorsunuz?
Şurası düşündürücüdür; 11. Cumhurbaşkanı’nın sergilediği tavır ve davranışları esas aldığımıza; Çankaya’nın kurallarına göre nasıl yaşayacağız? Sayın Cumhurbaşkanı’na sorarım, türban sorununu nasıl aşacağız?
Hafız Esad’ın eşi geldiğinde verilen yemekte ve gazilere, şehitlere verilen iftar yemeğinde Çankaya’da türban meşrulaştırıldı. Açıkça görülüyor ki; bu adamların niyeti başka.
Bununla birlikte; bir kısım insanlarımız Cumhuriyeti numaralandırma argümanıyla da karşımıza çıkıyorlar. ‘Efendim o halde biz Fransa’daki gibi Cumhuriyeti numaralandırdık’ deme noktasındalar. Ama şunu bilmiyorlar ki, Fransa’da Cumhuriyet 1789 ruhuyla yola çıkılan Fransız devrimlerini daha ileriye götürebilmek için numaralandırıldı.
Ünsal YAVUZ: Fransa’da beş tane Cumhuriyet var. Ama beşinciye geçilirken, birinciden ödün verilmedi. Altıncısı bile kurulsa, birinciden ödün verilmeyecek. Fransa’da Halk, üzerinde yükseldiği, laiklik ve demokrasiye sahip çıktı. Halen de çıkmaya devam ediyor.
Cengiz ÖNAL: Bu dediğiniz kesim aslında Türkiye’de ‘İkinci Cumhuriyetçiler’ olarak adlandırılanlar öyle değil mi? Size göre, bunların planı nedir? Ne yapmak, nereye varmak amacındalar? Bu konuyu biraz daha açmak istersek neler söylersiniz?
Prof. Dr. Sina AKŞİN: Bu ikinci Cumhuriyetçiler, Cumhuriyet’e dair redlerini 1923’e kadar götürüyorlar. ‘Çok partili seçim sistemiyle başa gelen iktidar, demokratik değildir, dolayısıyla reddedilmesi lazım’ görüşündeler. Mete Tuncay, bunu çok güzel ifade etti: ‘Atatürk’le Kenan Evren arasında çok fark yoktur. Zira, Atatürk de Evren de orduyla başa gelmiştir. Ancak Atatürk daha yakışıklı ve zekidir'. İşte bu adamların savunduğu tez bu.
Onların öngördüğü Cumhuriyet sonsuz demokrasi çerçevesinde dönecek. Onlara bıraksanız, sistemden halifelik çıkar, şeriat çıkar. Bunlar yurtdışı gören, burjuva aydınları. O yüzden AB yanlısıdırlar. Biraz demokrat, çağcıl, modern olmanın gereği AB yanlısı olmak, manda ve yönetimini savunmak. Demek ki bunlar bağımsızlığı da reddediyorlar.
Cengiz ÖNAL: Bu noktada, İkinci Cumhuriyetçilerin amaçları, Laik, Demokratik, Çağdaş ve Hukukun Üstünlüğü İlkesine Dayalı Cumhuriyeti, orasından, burasında çekiştirerek sulandırmak ve dolaysıyla da Türk Ulusu’nun gözündeki itibarını zedelemeye çalışmak mıdır? Geçmişte de buna benzer gayretler olmamış mıdır?
Şahin YENİŞEHİRLİOĞLU: Tabii, ama bu karşılaştırmayı yapmadan önce 1920’leri de iyi değerlendirmek lazım.
1924 Anayasası’nı ortaya koyduğu zaman Atatürk’teki literatürü görüyorsunuz. Ulu Önder, bir defa tüm dünya siyasi tarihini hafızasına kaydetmiş. Bunun dışında akademik literatürü takip eden bir insan. Bir defa, J.J. Roussou’yu, Voltaire’i, Fransızca’sından okumuş. Sonra bunları okumakla yetinmiyor. Kendi yorumlarını da getiriyor. Muazzam bir öngörüye sahip. Mesela; Dil, Tarih ve Coğrafya Fakültesi ve Hukuk Fakültesi’ni kurdu, Siyasal Bilgiler Fakültesi’ne bugünkü, çağdaş biçimini kazandırdı. Zira geleceğin öğretim kurumlarına önem vermekte yaptığının bilicindeydi. Dünya şampiyonasında, final oynayan bir stranç ustası gibi adeta. Bilgi birikimi ve kıvrak zekasıyla, 20, 30 adım sonrasını görebilen, her bir kareye ona göre basan bir deha. Aynı Beethoven’ın 9. Senfoni’yi kafasında yazması gibi o da kafasında Cumhuriyeti oluşturuyor. İşte, Atatürk’ün çağdaşlarından farkı da bu zaten.
Lord Curzon, Atatürk hakkındaki konuşmasının birinde ‘Yapacak fazla bir şey yoktu. Tarihte öyle birine çattık ki; aynı zamanda asker, aynı zamanda diplomat, aynı zamanda öğretmen, aynı zamanda siyasetçi’ diyor.
Ünsal YAVUZ: Beyler konu buralara gelmişken; size, öncelikle, Namık Kemal ve Ali Suavi gibi şahsiyetleri anlatmak istiyorum.
Bizler bunları ‘şiirle biliyoruz’. Halbuki bu adamların düşünür özelliği de var. Bu insanlar, bütün bu vatan, memleket fikirlerini gizliden gizliye ülkeye sokuyor. Atatürk de bu adamlardan besleniyor. Bakın size bir şey söyleyeyim; Atatürk, Bulgaristan’da askeri ateşeyken; ‘Elime bir güç geçerse; Saltanı kaldıracağım, Latin harfleri gelecek, Cumhuriyeti kuracağım, halkın egemenliğini sağlayacağım’ diyor. Cumhuriyet Atatürk için bir milat, ne kadar idealist ve fikirlerine bağlı. Öyle değil mi?
Bir örnek daha vermek gerekirse; 2 Eylül 1925’teki Çankırı-Kastamonu gezisi dönüşünde, Mazhar Müfit’i çağırır, ‘Nerde kalmıştık?’ deyiverir. Bunu, Atatürk’ün kafasında oluşturduğu sentezin ne kadar güçlü olduğunu belirtmek için söylüyorum.
Cengiz ÖNAL: Cumhuriyet, Mustafa Kemal Atatürk için bir tutkudur öyle değil mi?
Ünsal YAVUZ: Elbette! 1215 Magna Carta’dan 1793 İnsan Hakları Bildirgesi’ne kadar dünyanın yönetsel anlamda geldiği yerdir Cumhuriyet.
Kısaca söylemek gerekirse; Cumhuriyet, insanın kendi kendini yönetmesidir. Bakın, emperyalist devletlere karşı verilen Ulusal Kurtuluş Savaşı, sadece 3 yıl sürdü. Ancak, modern bir devlet yapısını, yani Türkiye Cumhuriyeti’ni kurmak on beş yıl sürmüş. Hala da sürüyor. Gerçi, toplumun eğitim düzeyi ve kültürel altyapısının da bu felsefeye uygun hale gelmesi zaman alıyor. Ama, evrensel değerleri olmayan bir toplumda, haliyle 600 yıllık gelenekselmiş yapıyı, biat kültürünü kırmak o kadar da kolay değil.
Cengiz ÖNAL: Maalesef, ümmetçilik ve teba kalma zihniyetine duyulan özlem halen devam ediyor değil mi?
Ünsal YAVUZ: Evet! İşte bu yüzden ULUS Gazetesi’nin yeniden hayata geçmesi daha bir anlam kazanıyor. ‘Adımız Andımızdır’ şiarı burada ağırlığını koyuyor ve bugünkü ortamda anlamını tam manasıyla buluyor. Ulusun logosuna baktığınızda, ULUS adının ardından ilk göze çarpan ‘Adımız Andımızdır’ şiarı ile Kurucusu Mustafa Kemal Atatürk ifadeleridir.
Şimdi bir de Padişah reklamları çıktı. ‘Padişah geliyor’ diye bir halı reklamı yapılıyor, televizyonlarda. Yani bir tarafta ‘Adımız Andımızdır’ şiarı, diğer tarafta, reklam bile olsa, ‘Padişah geliyor’ ifadesi. Dolaysıyla verilmek istenen mesaj oldukça net. Hadi gelsin de görelim bakalım padişah! Bu tosuncuklar, bu aslan bozuntuları, ‘Atatürk’ü nasıl yok eder, padişahlığı nasıl yeniden getiririz’ sevdasındalar. Bunların hepsi oyun, hepsi alıştırma. Söylemeye çalıştıkları; ‘Bizim bu ülkeyi, rejimi sevmeye niyetimiz yok kardeşim’ söyleminden başka hiçbir şey değildir. Peki arkadaş! Beğenmiyorsan çekip gidersin. Seni tutan mı var?
Cengiz ÖNAL: RTE’ye buradan açık çağrı: ‘Beğenmiyorsan çeker gidersin. Kucak açmış bekleşenler çok. Engelleyen mi var?
Ünsal YAVUZ: Başbakan işi Mecelle’ye kadar indirdi.
Sina AKŞİN: Daha garibi de var. Başbakan, resmi Amerika seyahati programına, Şehzade ziyaretini bile koydu. Sıkça dillendirdiği referandumlara insanımızı alıştırarak, işi halifelik, saltanat boyutuna taşımak istiyorlar. Referandum falan, kılıf yani.
Ünsal YAVUZ: O halde ‘bu zat’ Meclis’ten istediklerini çıkaramazsa, ne olacak? Her dakika halka mı gidilecek? Yoksa, amaç iktidarını sağlamlaştırarak tek başına diktatörlüğün temellerini mi atmak?
Sina AKŞİN: Mesela Hitler de demokrasiyi kullanarak diktatörlüğünü kurdu. J.J.Roussou bunu çok güzel özetlemiş. Ruossou, ‘Genel irade vardır, çoğunluk iradesi vardır. İlki makbuldür, toplumu iyiye, güzele götürür. Diğeri içinse bu nitelendirmeleri yapmak mümkün değildir’ diyor.
Halkın AKP’yi getirmesi çoğunluk iradesini ifade eder. Ama bu bizi, iyiye, güzele götürür mü? Genel İrade’yi hiç mi hesaba katmayalım?
Ağanın kullarıyla bizim verdiğimiz oy aynı olabilir mi? Bu çok tartışılır. ‘Ben yaparım olur’ anlayışı doğru değil. İşte o nedenle, çoğunluk iradesi aksıyor.
Şahin YENİŞEHİRLİOĞLU: Avrupa’da iktidar %50+1 ile iktidar oluyor. Seçmenin içinde en çok oy verenlerin iktidarı; çoğunluğun bile iktidarı değil. AKP bu şekilde iktidara gelip, oturmuştur. Yani, Genel İrade mutlu ve memnun değildir. Sıkıntının en önemli kaynaklarından birisi de budur.
Ünsal YAVUZ: Bundan öncesi daha vahim. %34 ile ben istediğimi yaparım anlayışı vardı. Ama değişen bir şey yok. Muhterem, halen ‘Ben istediğimi yaparım’ diye ısrar ediyor. Esas itibariyle, olay bir oligarşik yapılanmadan, yani bir zümrenin iktidara egemen olmak isteyişinden başka bir şey değildir. Oligarşik bir yapıya giden sistem de demokrasi değildir. Hiçbir zaman da olmamıştır. Böyle bir zihniyet, eşyanın tabiatına aykırıdır.
Sina AKŞİN: Bu bir hile. Çok partili sistem farklı, demokrasi ise farklı bir şey. Demokrasi eşitlik ve özgürlüktür.
Ünsal YAVUZ: Nuri Kurtcebe’nin bir karikatürü var, bu konuştuklarımızı tasvir eden: ‘Demokrasi kalkanı var önde, arkada da sakallı, gerici tipler. Kürt Teali ve Teali İslam Cemiyeti var’. Şimdi, bunlar partileşerek Meclis’e girdiler. Hiç devletin yapısıyla, değerleriyle, rejimiyle bağdaşmayan ve sürekli onlara muhalefet eden, karşı duran bir parti, Atatürk’ün Meclisi’nin çatısı altında olur mu?
Elbette ki olmaz! Avrupa’ya bakın, demokrasinin beşiği olarak işaret ettikleri Avrupa’da bu tip partilerin hepsini kapattılar.
Sina AKŞİN: Ama biz kapatınca, yaygarayı koparıyorlar.
Ünsal YAVUZ: Cladia Roth, geldi. Bize demokrasi dersi vermeye kalktı ve gitti. Franco Frattini, Lagendijk keza öyle. Bakın bu demokrasi değil. Demokrasiyi peçe olarak, örtü olarak kullanıyorlar. Halbuki, niyetleri bambaşka.
Sina AKŞİN: Bir defa arkadaşlar; gerçek bir demokrasinizin olması için Anayasa Mahkemenizin adam olması lazım. Necmettin Bey(Erbakan)’in günahı neydi? Amerika’ya karşı diye Refah’ı kapatıyorsun, AKP’yi yaşatıyorsun. İkisi de Laik Cumhuriyet’e karşı tehlike. Ama, niye çifte standart uyguluyorsun?
Şahin YENİŞEHİRLİOĞLU: Gerçek bir demokraside, hukuk ve yasalar çerçevesinde, yurttaşlığın ne olduğu belirlenmiştir. Yurttaş bu yasalar çerçevesinde kendine tabii olur. Birey ile yurttaş arasında oluşan fark da buradan hasıl olur. Maalesef TBMM’de bazı milletvekilleri, bu ülkenin yurttaşı olduğunu unutarak, sanki başka ülkelerin yurttaşı gibi davranıyorlar.
Bunlara; ‘Bütün olup bitenlere karşı, Milletin Vekili olarak, yabancılar karşısında Ülkenizin haklarını neden korumadınız? Bir dünya insanı olarak, Ermenistan’a karşı Azerbaycan’ın haklarını niye korumadınız?’ diye sormak gerekmez mi? Rusya Federasyonu ezdi geçti, ne Azerbaycan kaldı, ne Gürcistan! Hani demokrasi vardı? AB’den de, AB yanlılarından da ‘Tık’ yok!
Ey benim İkinci Cumhuriyetçi kardeşim! Konuştuğunda mangalda kül bırakmıyorsun. Peki, Kafkasya’daki halkların özgürlüğünü niye gündeme getirmiyorsun? Kafkasya yandı kül oldu, hiç sesin çıkmadı. Rusya’nın yaptığı vahşeti, Irak’taki katliamı neden kınamıyorsun?
Cengiz ÖNAL: Efendim; asıl amacın ne olduğuna bakmak lazım. Emperyalizmin nemalanması, ‘Demokrasi getiriyorum’ çığırtkanlığıyla, çıkarına göre hareket etmesi, değil midir? Bütün bu demokrasi örtüsünün altında yatan ifade tektir: ‘Demokrasi’nin tanımı benim çıkarlarıma, menfaatlerime uygun olarak yapılır. Tanım sana uygunsa; buyurursun. Yoksa beynini oyuncaya kadar -yani çıkarlarıma ulaşıncaya kadar- bu demokrasi narasını kafana sokarım.’ İşte ABD emperyalizminin gerçek yüzünün bir yanı da bu.
Ünsal YAVUZ: Atatürkçülük statik bir düşünce sistemi mi, güncel sorunlara çözüm getirebilme gücü olan bir dinamizm mi? Buna biraz bakalım mı?
Sina AKŞİN: Biz Atatürkçülüğü yeni keşfettik. Kenan Evren’i gördükten sonra anladık Atatürkçülüğün ne demek olduğunu. O Kenan Evren ki, Nadir Nadi’ye ‘Ben Atatürkçü değilim’ dedirtti. Biz Atatürkçülüğü sonradan bulduk aslında.
19 Mayıs 1989’da Muammer Aksoy ve arkadaşlarının Atatürkçü Düşünce Derneği’ni kurmasıyla Atatürkçülük bir ideoloji haline geldi.
Şu nokta çok önemli arkadaşlar. Aslında çoğunluk bunu hep gözden kaçırıyor. Nedir bu nokta? ‘Dinciler, Yobazlar ve Gericilerle emperyalistler, siyam ikizleri gibidirler, birbirinden ayrılmaz, birbirlerine bayılırlar...’ Onlar, özellikle Atatürk Milliyetçiliği’ndeki şahlanışı, hareket canlılığını fark ettiler. Yani, kendileri için asıl tehlikeyi gördüler.
12 Eylül Hareketi sonrası ‘bu tehlikeyi bertaraf etmek üzere’, Ahmet Taner Kışlalı, Muammer Aksoy, Bahriye Üçok ve Uğur Mumcu gibi aydınlarımızı katlettiler. Çünkü Atatürkçülük bir ideoloji haline gelmişti. 12 Eylül’cüler, bir taraftan Anayasa’ya Atatürk milliyetçiliğini koyarken, diğer taraftan Türk-İslam sentezini de gizliden gizliye yerleştirdiler.
Bakın arkadaşlar, 6 okun hepsi birbirinden değerlidir. Mesela, bir devletçiliği nasıl reddedersiniz? Özellikle küreselleşen dünyada devletçilik şart. Yani, bir tarafta özel kesim olacak, bir tarafta devlet olacak, karma ekonomi olacak. Ama biz ne yapıyoruz? Kamu kesimini tasfiye ediyoruz. Sonra da Ahmet aldı, Mehmet aldı diye seviniyoruz! Ama bunların aldıkları da sonra yabancı ellere geçiyor.
Şimdi Batı kapitalizmi öyle bir güç ki, elde ettikleriyle yetinmeyip, sınırlarımız içindeki tatlı su kaynaklarını, akarsuları ele geçirecekler.
Türk kapitalizmi ancak devletçilik içinde yaşayabilir. Özelleştirme eşittir yabancılaştırma.
Çin’de devletçilik politikası, karma ekonomi hakimdir. Şimdi Rusya da o sisteme geçiyor. Onlar da bizim gibi yaptılar. Her şeyi sattılar ve mahvoldular, çöküş oldu.
Atatürk Afet İnan’la birlikte yazdığı Medeni Bilgiler kitabında ‘En iyi yönetim biçimi demokrasidir’ diyor. İki türlü demokrasi var. Birincisi demokratik hükümdarlık, yani saltanatla bir arada yürüyen meşrutiyet. İkincisi Cumhuriyet. Ama bu ikisinden de en iyisi Cumhuriyet.
Cumhuriyet, demokratik yönetim biçiminin en iyi şekli. O yüzden ‘Demokrat mısın, Cumhuriyetçi misin’ sorunu, sahte bir sorundur. Biri Latinceden, diğeri Yunancadan geliyor. Bu bir nevi Atatürkçü müsün, Kemalist misin türünden suni bir tartışmadır. Yani aynı şunun gibi: Sekülarist misin, Laik misin? Biri İngilizce’den, diğeri de Fransızca’dan geliyor. Maksat kafa karıştırmak.
Şahin YENİŞEHİRLİOĞLU: Amerika’da Cumhuriyetçiler tutucudur, Demokratlar modern dünyanın insanı olarak bilinirler. Amerika’da biri ilericilik diğeri tutuculuk anlamına geliyor. Ne saçma bir tartışma!
Ünsal YAVUZ: Cumhuriyeti çıkarırsak; demokrasi dahil, hiçbir şey yaşayamaz, merak etmeyin. Demokrasi konusunda Atatürk’ün çağdaşlarına bakın. Onlar dünyayı kasıp kavururken, Atatürk oturmuş Medeni Bilgiler kitabını yazmış ve demokrasiye muhalif cereyanları saptamış.
Bunlar:
1-Bolşeviklik,
2-İhtilalci Sendikalizm,
3-Corporatizm.
Bunlar gelirse toplumun menfaatlerini bozulur’ diyor, Atatürk Medeni Bilgiler kitabında.
Tabii, bir de dinciler ve şoven milliyetçiler var. Bunlar da toplumun huzurunu bozuyor. Milliyetçilik demişken sosyolojik manada milliyetçiliğin birçok türü olabilir. Örneğin Franco vari vardır, Mussolini vari vardır, Hitler vari vardır. Bir de Kemalizm vardır.
Kemalizm üçüncü dünyaya örnek bir milliyetçilik türüdür. İlerici bir milliyetçilik örneğidir, Kemalizm. Yani eski tabirle mukaddesatçı milliyetçilik değildir.
Türkiye Cumhuriyeti Devleti’ni bir arada tutan güç de Atatürk Milliyetçiliğidir.
Bu ülkede insanları Washington’cu, Moskovacı yaptılar ne oldu? Alevi-Sünni ayrımı yaptılar ne oldu? Devlete bir şey oldu mu? Devlet dimdik ayakta. Olan kullanılan piyonlara oldu.
Sonra Özal gibi bir adamı getirdiler. Özal’la Yeşil Hat mı Yeşil Kuşak mı adı her neyse Türk-İslam sentezi gibi tehlikeli bir anlayışı getirdiler. Dindar-dinsiz ayrımını toplumun göbeğine oturttular, 28 Şubat bunu durdurdu, ama tehlike geçmedi.
Türkiye 80-85 yıl önceki Türkiye değil. Bizim Atatürk milliyetçiliği, ütopik bir şey değildir. Gerçeklere ve akla dayanan, toplumu ileriye götüren bir milliyetçiliktir.
Ama bu ülke, önüne suni bir şekilde konulan bugünkü açmazları da aşacak. Ve bundan sonra da bu ülkenin gündemine oturtacakları başka bir şey kalmayacak, ister Atlantik ötesinden gelsin, ister Atlantik kıyısından gelsin fark etmez. Nerden gelirse gelsin, bu ülke dimdik ayakta kalmaya devam edecektir.
Şahin YENİŞEHİRLİOĞLU: Ama, bunların aşılması da kurumlara bağlı. Bu kurumlar da; ilk akla gelip, sayabileceklerimiz:
1-Türk Silahlı Kuvvetleri,
2-Yargı organları,
3-Üniversiteler,
4-Sendikalar,
5-Siyasi partilerdir.
Ünsal YAVUZ: Hocam, siyasi partilere bağlı diyorsunuz ama, dinci-etnik ayrımcılık yapan bir ideoloji nasıl siyasal parti haline gelip de Meclis’te temsil edilir? Laik yapı ve ülkenin üniter birliği çöktüğü zaman hepimiz altında kalırız. Ama aymazlar, farkında değiller!
Bir de dış ilişkiler faktörü var. ‘Biz Batı’ya ne verdik, Batı bizden ne aldı’ buna bakmak lazım. Dış ilişkilerde mütekabiliyet esastır.
1952’den beri NATO büyük müttefikimiz.1963’te AET’ye başvurduk.
Ne oldu peki?
Dış konjonktürü iyi okumak lazım. 50 yılda 3 darbe, 2 tane darbe girişimi. Bunlar kolay işler ve rahat kaldırılabilecek yükler değil.
Cengiz ÖNAL: Bu dediklerinize katılmamak mümkün değil. Türkiye Cumhuriyeti’nin gerçekleri, kendini ancak Atatürk Milliyetçiliği’nde bulabilir. Bunun dışındaki, bölücü faaliyetler, dinci akımlar ve kafatasçı milliyetçilik gibi kavramların da bu ülkeye bir şey kazandıracağı yok. Bugüne değin de kazandırmamıştır. 12 Eylül’ün, Atatürk Milliyetçiliğini çok açık ve net biçimde ortaya koyması gerçeği inkar edilmiyor zaten. Dinci akımlar, bölücü faaliyetler, kafatası milliyetçiliğinin tamamını bir kenara bırak, Atatürk Milliyetçiliği’ne dört elle sarılmak gerekiyor. Türk Ulusu’nun ali menfaati bunu gerektirir. Bu gerçekler ışığında, siz de bir şeyler söylemek ister misiniz?
Sina AKŞİN: Daha önce de söyledim. Genel irade, çoğunluk iradesinden farklı olarak; iyi, güzel ve makbul iradedir. Basit çoğunluk değildir yani. Ama J.J.Roussou diyor ki, genel iradenin toplumda işlerlik kazanması için iki kural var:
Oy verenler;
1-İktisadi anlamda,
2-Bilgi anlamında eşit olacaklar…
Cengiz ÖNAL: Efendim! Öyle bir tartışma konusu açtınız ki; bir hanım mankenin, ‘Dağdaki çobanın oyu Benim oyumla bir olabilir mi?’ şeklindeki sözlerini hatırladım birden. Böylesi gerçeği demokrasiyle bağdaştıramayanlar için neler söyleyeceksiniz?
Ünsal YAVUZ: Demokrasi eğitilmemiş toplumlarda çalışmaz. Bu, demokrasi olmaz. Olsa olsa demokrasi oyunu olur. Onun için de; bu olayda da açıkça görüldüğü gibi, bu demokrasi falan değildir. Sadece bir oyun olarak görülebilir.
Cengiz ÖNAL: Ülkeyi oyalamak adına ortaya konan demokrasi oyunu söyleminize katılıyorum. Ancak bu bende başka bir çağrışıma neden oldu. O da; Atatürk’ün manevi kızı Ülkü Hanım’ın da doğruladığı, ‘İhanetin, Kasım-1938 saat dokuzu altı geçe başladığı’ iddiasıdır. Bu konudaki görüşlerinizi alabilir miyim?
Ünsal YAVUZ: Ben o kadar katı olamıyorum. Ancak, şuna katılırım: Atatürk’teki basiret ve cesaret İnönü’de yoktu. İsmet Paşa Dönemi’nde ‘kemer sıkma politikası’ vardı. Ve tabii, içeride de çok güçlü bir muhalefet. Celal Bayar ticaret burjuvası, Menderes ise toprak ağası.
Her ikisinin de söylemleri aynı:
Laikler dinsiz. Dinsiz Laikler yüzünden de din elden gidiyor…’ Kendisi gibi düşünmedikleri Atatürkçü Düşünceye sahip insanlar için de; ‘Bunlar komünisttir’ den ibaret. İkinci söylemleri ise, Köy Enstitüleri’nin gayri ahlaki bir yer olduğu. ‘Ya! Bu Köy Enstitüleri ne menem bir yerdir ki, kızlar erkekler aynı yerde yatıp kalkıyor, aynı mekanda duş alıyorlar’ gibi hiçbir temeli, dayanağı olmayan manipülatif isnatlar. Tabii, böylesi ifadeler toplumdaki olumsuz hareketlenmeyi de tetiklemiş oldu.
1949’larda böyle bir muhalefet vardı, işte. İsmet Paşa’nın bu dönemde en büyük hatası İmam Hatip Kurslarının açılmasına izin vermiş olmasıydı. Az yarayla kurtulurum zannetti, ama ezdi geçti adamlar. İsmet Paşa da hüsrana uğradı, şaşırdı kaldı.
Cengiz ÖNAL: İsmet İNÖNÜ’nün bu gidişatı, görmüş olması gerekirdi ama, tarih göremedi diye aktarıyor bize. Eğer, Atatürk sağ olsaydı, 1940’ları, 50’leri, hatta çok daha ilerileri de görürdü. Sizce de öğle değil mi?
Sina AKŞİN: Evet! Sizin de dediğiniz gibi; İsmet İnönü’nün bunları görmüş olması gerekirdi. Zira; Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası’nın kapatılmasına sebep olan Şeyh Sait İsyanı ve Serbest Fırka’nın kapatılmasına sebep olan da Menemen olayıdır. Bu yaşadığı olaylardan ders çıkarıp, daha öngörülü davranması gerekirdi İnönü’nün. Onun gibi bir devlet adamına yakışanı da budur. İnsan anlamakta zorlanıyor. Yani, İnönü gibi bir kişilik, böyle bir hatayı nasıl yaptı? Anlaşılır gibi değil.
Ünsal YAVUZ: Ancak aynı İnönü, Amerika’ya 1963’te kafa tuttu. Dışarıya karşı, devletin temel taşlarını oynatmama konusunda kararlıydı.
Cengiz ÖNAL: Efendim; buradan İnönü’nün bir kastı olmadığı anlaşılıyor. Sadece bir anlık ileriyi görememe, geleceği yeterince iyi okuyamama hususu. Öyle değil mi?
Ünsal YAVUZ: Buna katılıyorum. Çünkü bir kastı yoktu. Ancak o ödünü vermeyecekti. Atatürk gibi kararlılık gösteremedi. Gözü kara davranamadı, yani.
Şahin YENİŞEHİRLİOĞLU: İnönü’yü aslında dönemsel olarak ayırt etmek gerekiyor; çünkü her dönemde farklı bir İnönü portresi karşımızda:
-Atatürk’le birlikte olduğu dönem,
-Şeflik dönemi,
-Demirel’e kafa tuttuğu dönem…
Sina AKŞİN: Arkadaşlar, ne olursa olsun, insan özünde ne ise odur. Kişinin temel karakteri şartlara göre değişir mi? Değişmemesi gerekir. Siz, Ulusal Kurtuluş Savaşı’nda, Mustafa Kemal’in en güvendiği komutanı olacaksınız; iş Atatürk’ten sonra ülkeyi yönetmeye geldiğinde bocalayacaksınız. Olmaz öyle şey!
Şahin YENİŞEHİRLİOĞLU: Neyse arkadaşlar biraz da o dönemi, bu günkü Tayip Erdoğan dönemiyle karşılaştırma olarak değerlendirmek lazım.
İnönü’den farklı olarak, Tayip Erdoğan’ın başına daha büyük felaket gelebilir.
Ey Başbakan! ‘Sen milletvekili sayısına güvenme’, Amerikancı sosyal demokrat gazetelere hele hiç güvenme.
Bu arada, sosyal demokratlara değinmişken, Bülent Ecevit’i anımsamadan geçmek olmaz. O da son döneme ayak uydurdu: ‘Dine saygılı laiklik’ diye bir kavram attı ortaya. Nasıl bir tanım bu? Siyaset literatüründe böyle bir tanım yok ki! Yani bunların hepsi sapmadır. Bu nedenle altı ilke ve onları hazmetmek çok önemlidir.
Ünsal YAVUZ: Türkiye’nin bu cendereden çıkması lazım. Bizim için en büyük tehlike, Genelkurmay Başkanı’nın dediği gibi:
1-İrtica,
2-Bölücü terör.
Bakın irtica birinci tehdit. Bugün artık Genelkurmay Başkanımız açık açık söylüyor. Bu laflar gayet diplomatik üslupla söylenmesine rağmen, bunların çok ciddiye alınması lazım. Zira son zamanlarda üslup daha da sertleşti. ‘ABD, Ermeni meselesinde ayağına kurşun sıktı’ diyor Genelkurmay. Bakın bunlar büyük ve önemli ifadelerdir. Dikkatle tetkiki gerekir. Önemsenmeli bunlar.
Şahin YENİŞEHİRLİOĞLU: Gerçi yeni bir gelişme oldu. Temsilciler Meclisi Başkanı Nancy Pelosi, ‘Türkiye’yi göz ardı edemeyiz’ dedi. ‘Dış İlişkiler Komitesi’nin Ermeni meselesiyle ilgili aldığı kararı gözden geçirmek lazım’ diye konuştu.
Ünsal YAVUZ: Efendim, bunların hepsi palavra. Maksat Türkiye’yi oyalamak. Zira İncirlik Üssü nasıl gözden çıkarılabilir? Şimdi Ürdün’de yeni üs yapıyorlar. O vakte kadar, Türkiye’yi böyle diplomatik söylemlerle yumuşatarak oyalayacaklar. Amaç zaman kazanmak. Başka hiçbir şey değil.
Sina AKŞİN: Bu, niye şimdi büyütüldü bu kadar, anlamadım. Adamlar, Ermeni meselesiyle ilgili tasarıyı Eyalet Meclisleri’nin neredeyse hepsinden geçirmişler. Temsilciler Meclisi’ne gelince mi aklımız başımıza geldi?
Ünsal YAVUZ: Ben 2001 yılında Van Yüzüncü Yıl Üniversitesi’nde Tarih Bölümü’nün başındayken bize YÖK’ten bir yazı geldi. ‘ABD’de, Ermeni tasarısı Kongre’ye gidiyor’ diye.
Sonra Cumhuriyet Gazetesi’nde, söz konusu tasarının 17 eyaletten zaten geçmiş olduğuna dair bir haber ilişti gözüme. Ben de bunun üzerine aradım birkaç diplomat arkadaşı, ‘Şimdi mi aklınız başınıza geldi’ diye sordum.
Şimdi, bu gelişme karşısında, bizim Dışişleri nasıl bir politika izledi? ‘Tasarı Bir eyaletten geçmiş, ne olacak ki?’ tavrı hakimdi Dışişleri’nde. Ama bir, iki, üç, derken 17 eyalet, tam on yedi eyaletten geçmiş. Sonra, tasarı Kongre’ye gelince gözleri açıldı. Böyle dış politika olmaz canım! Bunlar, bu işleri çocuk oyunu sanıyorlar.
Cengiz ÖNAL: Aslında sorun bugünkü Hükümet’te. Mevcut siyasi irade, dış politikada bir kez dik dursun yeter. Sadece bir kez! Öyle değil mi? Zaten Türkiye Cumhuriyeti’nin nasıl yürüyeceğine ilişkin esaslar, dışarıya karşı izleyeceği politikalara ilişkin ayrıntılar çok önceden belli. Onlar sadece bunu izleyecekler. Buna siz neler söylersiniz?
Ünsal YAVUZ: Burada hükümetin yanında muhalefetin de kendi kritiğini yapması lazım. Kuşkusuz CHP’nin kendine çeki düzen vermesi gerekiyor. Örgütte bir eksiklik mi var, tabanda mı bir sorun var. Yoksa yönetimden kaynaklanan bir mesele mi bu?
Ancak, ben doğrudan Baykal’a yönelik karşıtlığı, dışarıdan menşeili bir ajitatif hareket olarak yorumluyorum. Çünkü bakın Baykal karşıtlarına, adamların bir ayağı Amerika’da. Sürekli icazet halindeler Amerika’yla. Bu işi bir ara Kemal Derviş üstlenmişti, ama CHP’de tosladı. Baykal’ın, spekülasyona ve partiyi yıpratmaya yönelen yakın çevresinden bazı isimleri temizlemesi lazım. Bu şart, yoksa kendi de gider.
Cengiz ÖNAL: Efendim; çok açık soruyorum: AKP ve Zihniyeti bu Cumhuriyete ne yapar, nereye götürür?
Şahin YENİŞEHİRLİOĞLU: Bugünkü Meclis, Türk Silahlı Kuvvetleri, Yargı Organları, Demokratik Kitle Örgütleri Cumhuriyet’e sahip çıkmazsa,Türkiye parçalanmaya doğru sürüklenmesinde hız kazanır. Eski Yugoslavya’dan beter oluruz.
Ünsal YAVUZ: Seçim sonrası herkeste bir yılgınlık, bıkkınlık var. Biz hemen 24 Temmuz’da Lozan’ı kutladık. Eski tas eski hamam, mücadeleye devam, son sözüm bu.
Sina AKŞİN: Arkadaşlara katılıyorum. Şeriatçılığa sapmaması için, parçalanıp bölünmemesi için Atatürkçü yolda taviz vermeden yürümesi lazım bu ülkenin.
Cengiz ÖNAL: Sohbetimizin nihayet sonuna geldik. Oldukça yararlı bir çalışma oldu. Sizlere, bütün içtenliğimle teşekkür ediyor, gelecekte benzeri konularda yeniden bir araya gelip, bu türden sohbet yapabilme dileğimi muhafaza ettiğimi belirtmek istiyorum.
* * *
Değerli Dostlar;
Gördüğünüz ve de okuduğunuz gibi, konusunda uzman olan bilim adamlarımıza göre; ‘Cumhuriyet, Nereden Nereye?’ başlığı ile size sunmaya çalıştığım konu hakkındaki görüşler böyle.
Laik Cumhuriyet karşıtlarının, takiyye yaparak bazı konularda ılımlı tavırlar sergiledikleri kendini gösteriyor olsa dahi; temelde ortaya koydukları karşı devrimci tehlike maalesef bertaraf edilebilmiş değil. Ortaya konulanın denokrasi olmadığı kesin. Bu, olsa olsa demokrasi oyunu olur.
Atatürkçü Düşünce’ye inanmış olan insanlarımızın dağınık bir yapı halinde olması, herkesin bireysel çabalar göstermesine karşın, kitlesel çabalarda olumlu sonuca ulaşılamaması, Dinci, Yobaz ve Gericilerin yani karşı devrimcilerin işine yarıyor.
Birbirimize, bildiklerimizi anlatmaktan daha öteye geçebilmeliyiz. Birlik-beraberlik içinde ortak mücadele etmenin önemini bilip, konuşmanın yeterli olmadığı, olamayacağı açıkça ortada. Bir an evvel, düşüncenin, demokratik haklar ve yasalar çerçevesinde örgütlü eyleme dönüştürülmesi zorunludur.
85 sene önce bu günlerde Cumhuriyet’i kurmanın son hazırlıkları üzerinde çalışan Mustafa Kemal ve Dava Arkadaşları’nın neler çekmiş olabileceklerini düşünmeye çalışalım ve ona göre davranalım.
Atatürk’ün, Bursa Nutku’nda söyledikleri asla unutulmamalı. Mustafa Kemal’in, biz Türk Gençleri’nden bekledikleri, şu anda yaptıklarımızdan çok daha fazlasıdır.
Sonuçta; zor da olsa, Türkiye Cumhuriyeti, bu badireyi de atlatacaktır. Halbuki, örgütlü yapımızı ortaya koyup, birlikte ortak mücadele edilebilse; her şeyin çok daha farklı olabileceğine inanıyorum. Birlik olursak; diri ve güçlü olabiliriz.
Cumhuriyet’in kuruluşunun 85. yılını kutlarken, halen bunları konuşuyor ve yazıyor olmak elbette kolay değil. Ama, mızrak da çuvala girmiyor ki…

Atatürk İlke ve Devrimleri’ne inanmış, Cumhuriyet’in Temel Değerleri’ne ve bugüne değin elde edilmiş Kazanımları’na, özde, bağlı olan Siz Değerli Dostlarla birlikte, çok zor şartlarda kurulmuş ve bugün de koruyabilmek ve devam ettirebilmek için büyük mücadele vermeye çalıştığımız CUMHURİYET’imizin 85.yılını kutluyor, Tam Bağımsız Türkiye’ye ulaşıncaya dek örgütlü mücadeleden vazgeçilmemesi gerektiğini bir kez daha vurguluyorum...

‘Söz konusu olan Vatan’sa; gerisi teferruattır.’

CENGİZ ÖNAL
Gazeteci, Araştırmacı-Yazar

Hiç yorum yok: